"Samsun’dan Sarp’a kadar bu muhteşem coğrafya, şu anda, mendirekler ve dalgakıranlarla kesilmiş durumda. Koca sahil kayalarla dolduruldu. Karadeniz’de dalgaların gelip temizleneceği bir metrelik yer kalmadı. Bir avuçluk sahil yok."
Nihat Genç
"Son Kumsal'ı seyredin, koşarak denize kavuşan çocukların coşkusunun sizi nasıl sarsabileceğini görün ve gelecek kuşaklarımız dahil hepimizin "doğal bir çevrede insanca yaşama hakkımızın" son sahilleri için lütfen bir şey yapın. Sesimizi çıkartalım yoksa bu yol 3. boğaz köprüsüne çıkıyor!!!"
Ebru Erbaş
"Canım koylar, plajlar ortadan kalktı. Bizim çocuklarımız artık denizde taş sektirmenin, kumsalda deniz kabuğu toplamanın,
kumdan kaleler yapmanın nasıl bir şey olduğunu bilmeden büyüyecek."
Emrullah Gözaçan
Gerçekten tebrikler!
Son Kumsal'ı gördüğümde o dalgaların sanki denizine doldurulan kayaları değil de,
beni dövdüğü ve bana "neden duruyorsun" diye kızdığını hissetim.
Vedat Aydoğan
"Son Kumsal"her sorumlu bireyin üstlenmesi gereken, çevre sorunlarını ele almak, çevre bilinci yaratmak ve doğal çevreyi tahrip eden iktidar odaklarını eleştirmek görevini yerine getiren bir belgesel olduğuna birçok gösterimi sırasında onlarca izleyici, belgeselci, basın mensubu ve film eleştirmeni tanıklık etti.
SİYAD (Sinema Yazarları Derneği)

Sansürcü Belediye Başkanı’nına Kınama
“AKP’nin sadece hükümet düzeyinde değil, yerel yönetimler de dahil, iktidarda olduğu her düzeyde sistematik sansürcü tavrını ve eleştiriye karşı tahammülsüzlüğünü, kimseyi umursamadan sürdürdüğüne tanık oluyoruz. İnebolu Belediye Başkanı İdris Güleç, İnebolu’da yüzlerce izleyicinin seyrettiği “Son Kumsal” isimli belgeseli daha 10. dakikasında durdurarak filmin yapımcılarına hakaret etti ve ilçeyi terk etmelerini istedi. Film daha sonraki durağı olan Abana ilçesinde de Kaymakam engeline takıldı. Abana kaymakamının gösterim izni vermediği flmin gösterimini sağlamak için CHP’li Abana Belediye Başkanı Şevket Yazkan da bir girişimde bulunmadı.
Koltuklarını kendi tapulu malları sanan tüm politikacılara ve yöneticilere soruyoruz:
- Sanatçıların üretim ve eserlerini halka ulaştırma özgürlüğünü sınırlama ve konuğunuz olan sanatçılara “defol burdan” deme hakkını nereden alıyorsunuz. Sizi kimin eleştirme hakkına sahip olduğunu, kimin olmadığını, siz mi belirleyeceksiniz?
- Küçük il ve ilçelerde hangi parti iktidardaysa o partiye geçip çeşitli yöntemler kullanarak belediyeleri yıllarca ellerinde tutan politikacılara soruyoruz: Siz küçük padişahlar mısınız?
Ümit Şahin
YEŞİLLER PARTİSİ
İstanbul, 24 Temmuz 2008

"Son Kumsal, İzleyicisini düşünmeye yönelten güçlü sembolik anlatımı ve birey-toplum ilişkisine yaklaşmında çok başarılı."
19. Ankara Film Festivali Jürisi.
Mart 2008. Ankara

"Karadeniz'de yol yapmak."

Merhaba Yeşil İZ
Devletin yol yapma mantığı ülkenin her kesiminde aynı şekilde uygulamaya konuluyor. Konya ovasına yapılan ile Karadeniz sahiline yapılan yollar arasında pek fark yok; dağları dinamitle, kayaları taşıyıp denize dök, üstünü düzeltip asfaltla kapla al sana yol. Dalga mı var, o zaman deniz tarafına kale gibi tahkimat yap. Bir kaç yıl geçmeden dalga yolu mu aldı? Sorun değil. Yapıcı firmanın sorumluluğu sadece 5 ( evet sadece beş) yıl. Yeni bir tamirat ihalesi açılır ve her şeyi al baştan bir daha yapar. 

Yaylalara yol mu lazım? Hemen devasa iş makinalarını yola çıkar, dağ taş yarsınlar. Çıkan malzemeyi nereye dökeceğine dair hiç bir plan yapılmamış olduğundan harfiyatçı firma herşeyi o yemyeşil vadilere, yamaçlara yığıp gider. Bizimle benzer bitki örtüsüne sahip İsviçre Alplerinde dağ yollarının çoğu tek şerit veya dar iki şerit olmasına rağmen bizim yaylalara açılan yollar nerdeyse 20 metrelik genişlikte. Nasılsa yaylalar devletin malı, hor kullanmak serbest. Fizibilite çalışmaları eksik olduğundan her bir yol çalışması öngörülen süreden en az iki kat fazla zamanda bitiyor. Çünkü yarım metreyi bile bulmayan yayla çimenlerinin tutunduğu toprak yarıldığı anda erozyon başlıyor. Yapılan yol sanki geçtiği yöreye insan veya mal taşımak için değil sırf bir uçtan bir uca gitmek için planlanmış. Dağınık yerleşimli Karadeniz yerleşimlerine ne kadar otoban çıkışı yaparsan yap yetmez. Dolayısı ile zamandan kazanıldığı savı tamamen gerçek dışı.   

Bölgeyi iyi bilmeyenlerin aklına sanki artık yapacak bir şey kalmadı, olan oldu bitti gibi bir düşünce belirebilir. Oysa kaybedebileceklerimizin sadece yarısını kaybetmiş durumdayız! Bu aşamada yapılacak hala çok şey olduğunu düşünüyorum. En azından Samsun- Hopa arası bitirilmiş olan sahil yolu boyunca oluşan yıkımın nasıl bir şey olduğunu henüz bakir durumda olan Sinop'un batısındaki yerlerdeki halka anlatmamız gerekiyor. Ancak bunu yaparken karşılaşabileceğimiz zorlukların altında yatan düşünce ya da düşüncesizlik sistemini Sayın Başbakan geçen yıl Ordu'da yapılan yol açılış konuşmasında çok açık bir şekilde dile getirmişti: 

''Bu yol Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kalkınma ve modernleşme projelerinden biridir. Rüyam, bu 542 kilometrelik Karadeniz Sahil Yolu'nu tamamıyla sahilden İstanbul'a ulaştırmak ve  üçüncü Bogaz köprüsüyle buluşturmaktır. Bunu yaptığımız zaman dünyanın en uzun sahil yoluna Türkiye kavuşmuş olacak...." 

Anlaşıldığı gibi belli bir kesimin, hatta kafası karıştırılan ve kandırılan epey büyük kitlenin dahi yola bakış açısı başbakanınkinden çok farklı değildir. Modernlik, hızlı ulaşım gibi kavramlar anahtar kelimeler haline getirilip bir seçimin kazanılmasında etken rol oynayabiliyor. Örneğin dünyada nerdeyse tekel olduğumuz bir ürün olan fındığın kilosunu iki yıl önce 6.50 liraya satan çiftçilerin geçen yıl sadece 3.50 liraya satabilmelerine rağmen sahillerini katleden politikalar seçimlerde adeta ödüllendirilmiştir. Halkın, yapılan yolu, "her nasıl olursa olsun yolum yapıldı ya helal olsun" dercesine benimsediğini gösteren çok örnek bulunabilir. Dolayısı ile sorunun ne olduğunu en azından orta vadedeki sonuçları itibariyle yoldan doğrudan etkilenecek yöre halkına anlatmak büyük önem taşımaktadır...

Hükümet ne pahasına olursa olsun yolu bitirip İstanbul'a dayayarak üçüncü köprüyü de istanbulun ciğerlerine bir an önce saplamak istiyor. Kararlılar, güçleri var, daha da kötüsü halkın çoğunu kendilerine inandırmışlar. Yapılan her sorgulama hemen "siz yola karşısınız!" duvarına çarpıyor. Bunun için 2008 yazının son fırst olduğunu düşünüyorum. 2009 çok geç olabilir. Sahilin doğusundaki doğal kıyının neredeyse tamamını kaybettik. Bari batıda hala dokunulmamış olan Ayancık, Çatalzeytin, Abana, İnebolu, Cide, Kurucaşile, Amasra ve Akçakoca sahillerini koruyalım. İrlandanın bile 50 yıl sonrası için planlar yaptığı bu ortamda turizmin geleceği buna bağlıdır. Halka en azından şu iyice belletilmeli; " Ne kanunlara, ne SIT alanı durumuna, nede verilen sözlere güvenilmemeli. Sadece halkın süreklilik gösteren ısrarı ve takipciliği sonucunda sahiller korunabilir." Biz doğu kesiminde tüm bunlara güvendil ve kaybettik. batı kıyıları halkının ders alması gereken çok örnek var. 

Trabzonun batısında yer alan Vakfıkebir'in yedi kilometrelik SIT alanı sahilinin korunması için çok çaba gösteren eski belediye başkanı Sayın Yunus Hacımollaoğlu'nun gelinen noktada tüm durumu açıklayan analizi malesef çok doğrudur; "Devletin yaklaşımı, halkın ilgisizliği, elit kesimin günü kurtarma çabaları, sivil toplum kuruluşlarının verdikleri uğraşıda yorulmaları, bıktırılmaları ve devletin kapısından hukuk yoluyla tersyüz edilmeleri sonucunda Karadeniz sahilleri, karadeniz Otoyolu Projesi kapsamında yok edilmiştir."

Aydın Kudu.
Yeşil İZ Temmuz - Ağustos 2008
www.yesiliz.net

MARTILAR
Rüya ve Aydın’a
Çok keyifsiz,çok huzursuz, çok tedirginler.
Günün her saati çığlıklarını duymak mümkün.
Sabah,öğle, ikindi olduğunda yadırgamıyor da insan bu çığlıkları, saat 22, 23, 24, 01, 02…olduğunda yadırgıyor. “Bu saatte, bu karanlıkta, elektirik ışığının bu alacasında ne işleri var martıların,ne arıyorlar burda” diye sormaktan kendini alamıyor.
Sesleri,bağırışları, çığlıkları dolduruyor gökyüzünü.
Uyanıksınız.Yatmadınız daha.
Ya televizyon karşısında zapping yapıyorsunuz, ya gazete-dergi,kitap karıştırıyorsunuz ya da benim gibi martı çığlıkları arasında martı- doğa sohbetleri yapıyorsunuz…
Yarı gece…Martılar çığlık çığlığa uçuşuyorlar.
Hayalet gibi geçişleri ürperti veriyor insana…
Kim bilir neleri anlatmaya çalışıyorlar…Belki kıyıların yok edilişini, belki küresel ısınmayı, belki çevreyi, doğayı, denizi öldürüşünü insanın…
Ne zamandan beri rahatsız ediyor bizi martılar?
Ne zamandan beri çığlıkları, bağırtı ve çağırtılarıyla doldurdular dünyamızı?
Beyazdan beyaz, dumandan duman bu sonsuz maviliklerin uçucularına ne oldu ki, gecemiz ve gündüzümüz onların seslerinden geçilmiyor.
Çığlıkları ilk duyuşum kıyıların yok edilmesiyle başlamıştır.
Onun dışında kasabanın ve okulun çöplüğünde duyardım bağırışılarını.
Maviyi severim,martılar maviyi seviyor.
Özgürlüğü ve sonsuzluğu severim, martılar özgür ve sonsuzluğa uçuyorlar.
Ve ben martıları severim mavinin,özgürlüğün ve sonsuzluğun uçucuları olduğundan…Yorulmak bilmez uçuşlarında narinliklerini ve hırçınlıklarını koruduğundan…
Kumsalları işgal edildi.
Yumuşak çakıllarda , perde ayaklarıyla, köpüklerin içinde, iki yana, sallana sallana yürüyüşleri yok artık.
Diken gibi sert taşlar ayaklarını incitiyor.
Doldurulan kıyılarda martılar artık tutunamıyorlar.
Evlerin çatıları, kiremitler, çinkolar,beton teraslar…tünek yerleri oldu.
Yurtlarından kovuldular.
Ve martılar duydukları rahatsızlıktan, huzursuzluktan, tedirginlikten dolayı tepki koyuyorlar.
Gecenin karanlığında uçuşarak çığlık atıyor, bağırıyor, çağırıyor, isyan ediyorlar, baş kaldırıyorlar. Tepkilerini içgüdüsel de olsa sesleri, çığlıkları, hayalet uçuşlarıyla ortaya koyuyorlar.Yerlerine-yurtlarına yol yapanları, yerlerini-yurtlarını,yuvalarını bozanları, kıyıları yok edenleri rahatsız,huzursuz ve tedirgin ediyorlar.
İnsanları anlamayanlar, hayvanları anlayabilirler mi?
Konuşarak anlaşamayanlar koklaşarak anlaşabilirler mi? Doğaya, çevreye anlayışla ve saygıyla yaklaşarak canı kadar, namusu kadar koruyup sahip çıkabilir mi?
Oysa uygarlık, insanı, hayvanı, bitkiyi yok etmeden fakat doğayla bütünleşerek oluşturulan yaşam tarzıdır.Uygar insan da doğayı namusu gibi , canı gibi koruyan,kollayan, sahip çıkan ve o yaşam tarzı içinde yer alan insandır.
Martıların çığlıklarını anlamamız gerekiyor.Doğayı çok iyi okumamız gerekiyor.İş işten geçtikten sonra – yani çevre diyorum, ekolojik denge diyorum, küresel ısınma,yağmurlar, seller diyorum- aklımızı başımıza toplamamızın hiçbir anlamı olmayacaktır.
Bir sürü yanlışlık yapıldı,bir sürüsü daha yapılmasın diyorum.
Aya,güneşe,yıldıza,zamana ve Tanrı’ya yemin ederim ki,sonsuz maviliklerin özgür uçucuları kadar ne insana,ne çevreye ne de doğaya duyarlı olmuyoruz.
Turan Bahadır. 2007
bilbatuhan@hotmail.com

Doğa'ya rağmen değil, doğayla barışık.

Sevgili Rüya ve Aydın

Öncelikle yapmış olduğunuz bu çalışma ve yüklenmiş olduğunuz misyondan ötürü sizleri tebrik ediyorum. Çinli düşünür Lao Tzu nunda dediği gibi “Binlerce kilometrelik yolculuk tek bir adımla başlar”. Sizler de üstlenmiş olduğunuz bu misyon, yaktığınız meşale ile bu binlerce kilometrelik yolculuğun ilk ve bence en önemli kilometresini geçmiş bulunuyorsunuz. Çünkü yaptığınız çalışma insanlara yol yapmak adına doğa katliamının boyutunun ne olduğunu farklı bir pencereden göstermeye, insanları bilinçlendirmeye ve inandırmaya yönelik.

Dutluk plajından, Temel Reis’in ve yöre halkının gözünden otoyolu görebilen insanlar Hopa Samsun ölçeğinde de bu işin vehametini kavrayabilecektir. Doğaya rağmen değil, doğayla barışık proje üretmenin gereğini anlayamamış kafaların bu ülkeyi ileriye değil de geriye götürdüğünü daha iyi anlayabileceklerdir.

Bu bölgeden çıkmış yaklaşık 25 yıldır gurbette yaşayan biri olarak içimdeki memleket sevdası ile her yaz yıllık iznimi Trabzon Beşikdüzü ilçesinde geçirmek üzere gelirim. Karadeniz otoyolu ile ilgili söylentileri küçüklüğümden beri duyardım. Bu yol sahilden 1 km. içeriden geçecek, büyük viyadükler yapılacak vs. O zamanlar bizde denizden bulunduğumuz köye doğru 1 km. acaba nereye düşer, yol güzergahı nereden geçerin hesabını yapardık. Gerçekten de yol yıllardır Karadenizlinin sadece sahilinde değil, köyünde de, yaylasında da en önemli problemi olmuştur. Küçükken şöyle bir hayal bile kurardım bizim köye bir uçak düşse acaba uçağın parçalarını almak için gelenler bizim köye bir yol yapar mı ? diye. Çocuk aklı işte. Neyse aradan yıllar geçti büyüdük iş sahibi olduk, evlendik çocuk sahibi olduk Süleyman’ın hep başbakan olması gibi Karadeniz yolu da hep gündemi işgal etmeye devam etti. Derken açıkcası tam da ne olduğunu anlayamadan birden taşocaklarında dinamitler patlatılmaya koca koca kayalar koylara, kumsallara ve denize doldurulmaya başlandı. Yolun bitmiş kısımlarında gaza basmak, hız yapmak önceleri hoşumuza gitmeye bile başladı. Artık kamyonların arkasında konvoylar oluşmamaya, ortalama 60-70 km hız yapabildiğimiz yollarda 90-100-120 km hızlara çıkmaya, 30 km. boyunca sollama yasaklarının kalkması hoşumuza gidiyordu. Eşimize “At bir kaset neşemizi bulalım” demeye bile başladık. Ancak birde madalyonun diğer yüzü vardı:

⎫ Denizi dolduracak kayaları çıkarmak için Şalpazarı yolu üzerinde açılmış taşocağında yıllarca dinamit patlatıldı her dinamit patlayışında köylerimizdeki evlerimiz küçük çaplı deprem boyutunda sarsılıyordu. Hatta komşu köyde 5-6 hane sarsıntının meydana getirdiği heyelan tehlikesine karşı boşaltılmıştı.
⎫ Mevcut karayolunu kullanan bu kamyonlar ile yıllarca beraber seyahat ettik, arabasına taş düşenler, kamyon altında hayatını kaybedenler oldu. Abartmıyorum trafiğe her 1 dakikada 1 taş kamyonu çıkıyordu.
⎫ Filmde de gösterildiği gibi canım koylar, plajlar ortadan kalktı. Bizim çocuklarımız artık denizde taş sektirmenin, kumsalda deniz kabuğu toplamanın, kumdan kaleler yapmanın nasıl bir şey olduğunu bilmeden büyüyecek.
⎫ İşin bir diğer boyutu ise otoyolun yöremize sağlayacağı ekonomik gelişme idi. Yol bize uğramadı ki sadece by-pass etti. Şimdi artık bu yolda giderken hiç görmediğimiz adını unutmaya başladığımız pek çok ilçe dolu. Bu ilçeler artık izole edilmiş kendi başlarına nasıl bir ekonomik gelişme sağlayacaklar bilemiyorum ?
⎫ Otoyol beraberinde yatırımları da getirecekti. Bildiğim kadarıyla büyük sanayi gruplarının bu bölgede yapmış oldukları elle tutulur bir yatırımları da yok.
⎫ Bu yolu görmüş olanlara soruyorum sizce Bolaman’ı vadilerin arasından tünel ve viyadükler ile arkadan geçen kısım mı daha iyi yoksa Fatsa’nın sahili doldurularak yapılan kısım mı daha iyi oldu ? Suyun ortasına yapılan bu yol sizce ne kadar dayanacak ?
⎫ Deniz artık ortaçağdaki derebeylikler gibi oldu etrafına çekilen surlara yanaşıp geri dönüyoruz. Anlayacağız deniz ile aramıza bir soğukluk girdi.

Sorunun nedenine inemeyen yüzeysel çözümler ile günü kurtaran yönetimlerin cezasını yıllarca cekeceğiz anlaşılan. Oysa tüm gelişmiş ülkelerdeki gibi önce sorunumuzun ne olduğunu anlayıp daha sonrada “Doğaya rağmen değil, doğayla barışık projeler” üretilemez miydi? Öncelikle deniz taşımacılığına ağırlık verilip yük ve yolcu taşımacılığı bu şekilde yapılamaz mıydı? İstanbulda yaşayan pek çok Karadenizli artık havayolunu tercih ediyor neden? Uçak bileti ile otobüs bileti nerede ise aynı. Bunu başarabilen beyinler deniz yollarını kullandırmayı başaramaz mıydı? Sayısı artırılacağına tamamen kaldırılmış olan denizcilik işletmelerine bağlı İstanbul Hopa arası sefer yapan vapurlar (gemicikler) nerede şimdi? Filmlerde izleyince çok hoşumuza giden İsviçre’de, İtalya’da dağların ormanların aralarından geçen otoyollar Doğu Karadenizde de yapılamaz mıy dı? Gücümüz mü yetmez di yoksa teknolojimiz mi? Ya Tren yolu Karadenizin yeşil yaylalarından süzülerek geçen bir treni hayal edebiliyor musunuz ? Onunla seyahat etmek istemez miydiniz? Ülkemiz bunu yapamayacak güç te mi? Biz istedikten sonra yapamayacağımız bir şey var mı? Azmin elinden ne kurtulmuş ? Peki o zaman SORUN NE? Bence sorun bu yazının başlığında yatıyor. Başkaları doğa ile barışık projeler üretirken biz ısrarla doğaya karşı projeler üretiyoruz bunun karşılığını da depremlerle, sellerle, heyelanlar ile ve neden olduğunu bile anlayamadan sönüp giden masum hayatlar ile alıyoruz.

Gönlümüz sizinle, yolunuz açık olsun. Saygılarımla.

Emrullah Gözaçan
Kdz.EREĞLİ Temmuz 2008.

‘SON KUMSAL YOLDA’

Doğu Karadeniz’in Samsun-Hopa arasındaki doğal sahil şeridinin neredeyse tamamı Karadeniz Sahil Otoyolu’na kurban edildi. Asıl projeye göre yolun yerleşim yerlerinin güneyinden ve 70-250 metre arası koddan geçmesi planlanmışken uygulamaya konulan yöntem tüm kanunlara, mahkemenin karşı kararlarına ve SİT özelliklerine aldırmaksızın yapılan deniz dolgusudur. Sahilini kurtarabilen sadece üç yöre var; Tirebolu, Perşembe ve Ordu. Aralarında tek ortak konu ise halkın verdiği mücadeleden asla vazgeçmemeleri sonucunda denizle aralarına set çekilmesini önlemeyi başarmış olmalarıdır. Diğer bütün kesimlerde halk, otoyolun genelde deniz dolgusu yöntemiyle yapılmasının iyi mi kötü mü olacağını tartışırken veya SİT alanı ve mahkeme kararlarına aşırı güvenip hiç tartışmazken, gece gündüz devam eden yol inşaat çalışmaları bugün insanların Karadeniz’le olan bağını kopartmıştır. Birçok yerleşim yerinde değil denize ulaşmak yapılan yolun yükseklik kodu nedeniyle denizi görmek bile mümkün değildir artık.

2007 ilkbaharında Samsun-Hopa arasındaki bölümün Ordu’da yapılan açılışında konuşma yapan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yorumu devletin veya hükümetlerin bu otoyol projesine nasıl baktıklarını çok net ifade ediyor. 'Bu yol Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçekleştirdiği en büyük kalkınma ve modernleşme projelerinden biridir. Hedeflerimize adım adım yürümekteyiz. 542 kilometrelik bu yol tamamıyla sahilden İstanbul'a ulaştığında, Türkiye dünyanın en uzun sahil otobanına kavuşmuş olacak. Hayalim, bu yolun İstanbul Boğaziçi'nde yapılacak üçüncü köprüyle birleşmesidir.'

Yirmi yıllık çalışmadan sonra gelinen durumu ise Vakfıkebir’in bir önceki dönem belediye başkanı olan ve yolun asıl projeye bağlı kalınarak kasabaların güneyinden geçmesi ve kumsalların kurtulması için uğraşmış olan, Son Kumsal’da da söz alan Yunus Hacımollaahmetoğlu gayet açık bir şekilde özetliyor; 'Devletin yaklaşımı, müteahhitlerin para hırsı, halkın ilgisizliği, elitlerin günü kurtarma çabaları, sivil toplum kuruluşlarının yorulmaları, bıktırılmaları, verdikleri mücadelede devlet tarafından hukuk yoluyla ters yüz edilmeleri sonucunda tüm Karadeniz sahili, Karadeniz Otoyol Projesi kapsamında yok edilmiştir.'

Benim doğup büyüdüğüm ve denizle haşır neşir olduğum yer olan Vakfıkebir halkının önünde iyi ya da kötü ders alacağı somut bir örnek yoktu. Tartışmayla çok zaman kaybedildi. Sahil boyunun çoğu yeri SİT alanı olmasında rağmen son bir yıl içinde kumsalları tamamen doldurulup, tarihi iskelesi de ortadan parçalanarak kasabanın denizle bağlantısı tamamen kesildi. Kendi kasabamızda engelleyemediğimiz felaketin başka yerlerde de tekrar edilmesinin önüne geçebilmek için bir adım atmaya karar vermiş, ‘bizim canımız yandı, başkalarının yanmasın’ diye ne yapabileceğimizi düşündük.Yapılabilecek bir şey varsa bu yıl ve zaman kaybedilmeden, yeni bir koy daha ortadan kaldırılmadan yapılmalıydı.

Batı Karadeniz sahili boyunca otoyolun geçme olasılığı olan yerlerdeki kasaba halklarına Doğu Karadeniz’de olanları anlatarak bir ‘farkındalılık’ yaratacaktık. ‘Son Kumsal Yolda’ projemize yüklediğimiz amaç ve halka vermek istediğimiz mesaj çok açık ve netti; ‘Yolunuzu yaptırın, ama sahillerinizi kaybetmeden. Yola karşı değil, yolun deniz dolgusuyla yapılmasına karşıyız.’

‘Son Kumsal Yolda’ projesi üç aşamadan ve bizim için çok önemli sembolik bir hedeften oluşuyor;

1. 15- 25 Temmuz 2008. Otoyolun henüz geçmediği İstanbul-Samsun arasında yaşayanlara Son Kumsal’ı izleterek, çok geç olmadan yöre halkını uyarmak.

2. Ağustos-2008. Otoyol inşaatının bitirildiği Samsun- Hopa arasındaki bölgenin halkına sadece son birkaç yılda kaybettikleri doğal sahillerini hatırlatmak.

3. Kasım 2008. Vakfıkebir’den yola çıkıp, verdikleri örnek mücadelelerinden ötürü Tirebolu, Perşembe ve Ordu halklarını da selamlayarak, sahil boyu yerleşim yerlerinde Son Kumsal’ı göstermeye, özellikle de İnebolu ve Abana’da, devam ederek İstanbul’a geri dönmek.

4. Hedef: Son Kumsal’ın en hassas noktası Temel Reis’in emektar takasının kamyondan düşürülerek kırıldığı andır. Evinin hemen önündeki 40 metre genişliğinde ve birkaç kilometre uzunluğundaki Kirazlık sahilinin adım adım ortadan kaldırılması sonunda takasını kamyonla başka yere taşımak zorunda kalmıştı Temel Reis. Çoğalttığımız DVD’ler karşılığında topladığımız bağışlar bu takanın tekrar inşa edilmesi için kullanılacak. 2008-2009.

Son Kumsal’ın yapımcısı ve yönetmeni olarak tamamen kendi insiyatifimizle geliştirdiğimiz bu projeye başlamak için 15 Temmuz günü İstanbul’dan yola çıktık. Güzergahımızda Şile Sinop arasındaki sahil boyunda yer alan kasaba ve köyler vardı. Yöresel sivil toplum kuruluşları geleceğimizden haberdardı. Muhatap olacak STK bulamadığımız Cide, İnebolu, Abana ve Çatalzeytin gibi yerlerde ise tanıdıklar sayesinde ulaştığımız belediye başkanlarını proje hakkında önceden haberdar etmiştik.

16-22 Temmuz arasında gösterimleri yaptığımız Kerpe, Akcakoca, Karadeniz Ereğlisi, Bartın, İnkumu, Amasra’da yöreden yöreye farklılık gösteren bir ilgiyle karşılaştık. Bazen 10 kişi bazen da birkaç yüz kişilik izleyiciye ulaştık. Otoyolun rotasından kıl payı kurtulan yerlerden Kerpe’deki bir izleyicinin ‘İyi ki yol buradan geçmiyor, geçecek olsa bile asla izin vermezdik’ yorumu cesaret vericiydi. Akçakoca ve Zonguldak’ta çok az ilgi vardı. Çok sayıda insan, halka açık mekanlarda gösterimler yapmamıza rağmen perdeye bakmaktansa kağıt ve okey oynamaya devam etti. Oyunlarını rahatsız ettiğimiz izlenimine kapıldık.
Bir izleyici, ağır bir kokunun boğucu ve sıcak havayı daha da çekilmez hale getirdiği Zonguldak liman içindeki kahveleri çaresizce dolduran insanların seyrettiği limandaki kirli suyu göstererek ‘Burada eskiden 19 Mayıs’ta yüzme yarışları yapılıyordu, şimdi nefes alamıyoruz, o kadar kirlendi, ama insanlar hala tepkisiz’ yorumu durumu iyi özetliyordu.

Ereğli, Bartın, İnkumu ve Amasra’da halka açık çay bahçesi, kumsal ve kasaba meydanında yaptığımız sunumlar katılım, ilgi ve yorum yapmaktan çekinmeme açısından muhteşem oldu. Çoğu izleyici, otoyolun yol açtığı yıkımın bu kadar büyük boyutta olduğunu bilmediklerini, deniz dolgusunun sadece birkaç koyda olduğunu zannettiklerini belirtti. Bu yorum bize projemizin gerekli olmasının yanında hedefine ulaşma olasılığına dair umut verdi.

Ününü duyduğumuz Bartın Amasra-Çevre Birlikteliği’nin çevre konularında ne kadar etkili olduğunu üç gün boyunca bizzat yaşadık. Sivil dayanışmanın başarıya ulaşmasının ancak halkın desteğiyle mümkün olabileceğini gösterdikleri yakın geçmişte mobil santrale karşı verdikleri başarılı mücadele herkesi çok bilinçlendirmiş.

Yolun yarısını tamamlamış, gördüğümüz misafirperverlik ve ilginin verdiği moralle Cide’ye girer girmez yolda rastladığımız ilk kişinin belediye başkanı olması günün sürprizi olmuştu. Sohbet sırasında projemizi anlatınca dönüş sırasında bizi ağırlama ve filmi gösterme sözü alarak yola devam ettik.

Bakir koyları seyrederek az sayıda yerleşimin olduğu kumsallar boyunca zevkli bir yolculuk yaptıktan sonra yolculuğun en beklenmedik, zor, şaşırtıcı ve bir anlamda da kırılma noktası olacağını hiç tahmin edemeyeceğimiz olaylara sahne olan İnebolu ve Abana’ya yaklaştık. Her iki yerin belediye başkanlarıyla daha önceden temasa geçmiştik. Başkan İdris Güleç birkaç belediye çalışanı ile bizi sahil boyundaki kamplardan birinde karşıladı. Sohbet sırasında projemizi ve amacımızı anlattık. Ayrıca filmin bir kopyasını da kendisine takdim ettik. 22 Temmuz 2008, Saat 15:00 civarıydı. Yatacak yer ayarlandı, ve akşam en fazla izleyici olacağı tahmin edilen ve sahile kurulu Duru Park Havuzlu Bahçeyi önerip etkinlik hakkında anons yapılma talimatını verdi görevlilere. Kasaba halkının biraz muhafazakar olduğunu, akşam eğlenmek isteyeceklerini, o nedenle filmi hızlıca göstermemizi tavsiye etti. Biz de bunun üzerine 56 dakika yerine 35 dakikalık kısa versiyonu gösterme kararı aldık. Güneşin batışına kadar hazırlıklarımızı yapıp saat 21:45’te Son Kumsal’ı göstermeden önce toplanan 300’e yakın kişiye projemiz hakkında bilgi verip sahillerinin hala korunmuş olduğu için şanslı olduklarını belirten bir konuşma yaptım. Alkışlardan sonra film dönmeye başladı. 7. dakikada Başbakanın yolun açılışında yaptığı konuşmadan hemen sonra Sayın Güleç beni 6-7 erkek arkadaşıyla oturduğu masaya çağırdığında aramızda şu konuşma geçti.

‘İDRİS GÜLEÇ: SEN BURDA POLİTİKA YAPIYORSUN.
AYDIN KUDU: NE POLİTİKASI?

I.G: BASBAKANIMIZI NASIL KÖTÜ GÖSTERİRSİN?
A.K: NERDEN BÖYLE BİR YORUMU ÇIKARIYORSUNUZ? FİLMİ SİZE VERMİŞTİM, İZLEMEDİNİZ Mİ?

I.G. İZLEMEDİM. AMA BEN SİZİN NE YAPMAK İSTEDİĞİNİZİ ANLADIM, AMACINIZI BİLİYORUM. BU FİLMİ İSTANBULDAKİ KOMÜNİSTLERE GÖSTERİRSİNİZ ANCAK.
A.K: FİLMİN TAMAMINI İZLERSENİZ SONUNDA DAHA RAHAT
KONUŞABİLİRİZ.

I.G: UZATMA, CANIMI SIKMA. ŞİMDİ KIRARIM AĞZINI, BURNUNU DAĞITIRIM. SEN BENİ NE SANIYORSUN? ANINDA TASINIZI TARAGINIZ TOPLAYIP BURAYI TERKEDİYORSUNUZ. DEFOLUN GİDİN BURADAN...
A.K:…

Duru Park teknik ekibine işaret verip önce filmin sesini kıstırdı hemen ardından da görüntüyü kapattırdı. Yüzlerce kişi arasından hiçbir kimsenin kalkıp ‘ne oluyor, neden film yarıda kesildi? Diyememesi üzerine en basit karşı çıkışın olaylara yol açacağını anlayarak malzemeleri toparlayıp 15 dakika içinde değil Duru Park’tan, şehirden ayrılıp korku içinde Abana’ya vardık. Saat gece 10:30 sularıydı. Moralimiz bozulmuş, çok şaşırmış, bu kabalığın ve sansürün nedenini anlamak için ileriki günlerde derin bir analiz yapmak gerekecekti.

Anlaşılan Başbakanın bir dakikalık konuşmasının üzerine kullandığımız, dozerlerin dağlardan koparttığı ve kamyonların taşıyıp denize boca ettiği kayaları eşzamanlı göstermeyi bir hakaret olarak algılayıp kendisine durumdan vazife çıkarmıştı. Yol inşaatından bahsedilen bir konuşmanın üzerine ne koymamızı ummuştu acaba? Gül bahçesi mi?

Son Kumsal, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yapım proje desteğini almış olup üç yıllık bir çalışmanın ardından bitirildiği Şubat 2008’den beri birkaç televizyon kanalında gösterilmektedir. Katıldığı ilk etkinlik olan 19.Ankara Uluslararası Film Festivali’nde ise Sayın Ertuğrul Günay’ın elinden ödül almış olmasının yanı sıra SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) tarafından 2008’in en iyi belgesel film adayları arasında gösterilen bir filmdir.

Ertesi gün, 23 Temmuz’da Abana’da ilk iş belediye başkanı Sn. Şevket Yazkan’ı bulmak oldu. Son durumu anlatarak, gerekirse sunumdan önce filmi izlemesini teklif ettik. Bizi makam odasına çağırıp sohbet eşliğinde Son Kumsal’ı birlikte izledik. Filmin sonunda, İnebolu belediye başkanının tepkisinin nedenini anlamadığını ifade edip akşam 21:00 da Abana Festival Meydanı’nda gösterim için başvurumuzu bizzat hazırlatıp, ‘usulen bir de kaymakamın olurunu alalım’ diye kendi onayından geçen dilekçeyi kaymakamlığa ilettirdi. Ayrıca, yanımızda kendisine telefon edip bilgi verdi. Filmi izlediğini ve bir sorun görmediğini bildirdi. Bize de bir iki saat içinde iznin çıkacağını ifade etti. İnebolu’daki tepkiden sonra karşılaştığımız ve alışık olduğumuz bu yaklaşım karşısında sevindik ve öğleden sonrasını yazın memleketlerine tatile gelenlerin doldurduğu meydanın çevresinde dolaşarak ve filmin gösterileceği noktayı inceleyerek geçirdik. Film gösterimi için gayet hoş bir insan topluluğu görüyorduk.

Üç saat bekledikten sonra bir polis memuru başvurumuz konusundan bir tebliğ için bizi Emniyet Müdürlüğü’ne davet etti. Sadece iki polis memurunun imzası olan ve film gösterim izni isteğinin ret edildiğini bildiren bir belge imzalatılmak istendi. Kaymakamın imzası yoktu. Kendisiyle görüşme talebimize de ‘yerinde değil’ diye izin verilmedi. Bu bireysel projenin başvurusunda an az 7 proje ilgilisinin imzası olması gerekir gibi bir açıklama vardı tebliğde. Bu cevabın yetersiz, kanunsuz ve haksız olduğunu sözlü ve yazılı olarak memura bildirerek Abana’dan ayrılmaya karar verdik. Belediye başkanını arayıp durumu anlatınca hiç bir şaşırma belirtisi göstermedi. Anlaşılan atanmış ve seçilmişler arasındaki şifrelerden haberdar değildik.

İnebolu belediye başkanının AKP, Abana’nın ise CHP üyesi olduğu bu iki kasabada karşılaştığımız durumun yöntem olarak farklı sonuç itibariyle aynı olmasına hangi etkenlerin yol açmış olabileceğini düşündük. Sohbetlerimiz sırasında her iki başkana bölgelerindeki Sivil Toplum Kuruluşlarının ne durumda olduğunu sorduğumuzda aldığımız cevaplar ‘boş odalarda oturan etkisiz kişiler’ şeklindeydi. Ancak bu durumdan başkanların hiçte şikayetçi olmadıklarını, tam tersine kendi küçük krallıklarında istedikleri gibi at oynatabildiklerinden, aksine çok memnun olmaları gerektiği kanaatine vardık.

Temmuz 23-24 günlerini geçirdiğimiz Sinop, Kocaeli, Ereğli, Bartın ve Amasra gibi STK’ların çok güçlü olduğu bir yerdi. İzin almada ve gösterim yapmakta hiçbir zorluk yaşamadık. Sinop’ta sahil boyundaki açık hava çay bahçesinde yaptığımız sunumu yüzlerce kişi izledi. Programı izlemekle görevli polis komiserinin film sonunda yanımıza gelip elimi uzun süre bırakmadan sıkarak tebrik etmesi unutulmayacak bir andı ve son iki günde yaşadıklarımızı, geçici olarak olsa da, unutturan bir olaydı.

25 Temmuz projemizin ilk ayağının sona erip Vakfıkebir’e doğru yola çıktığımız gündü. Ancak biz son anda Gerze’den arayan yerel STK üyeleri sahillerinde devam eden deniz dolgusunun mahkeme kararıyla durdurulduğunu ancak çabalarına destek olmak için filmimizi yol üstünde olan kasabalarından geçerken göstermemizi rica ettiler. Severek kabul ettik. O gün Gerze’de iki cenaze ve çarşı günü olmasına rağmen belediye salonunu dolduran bir kalabalığa Son Kumsal’ı izlettik. Sahillerini kurtarmak için çok kritik bir zamanda ve konumda olduklarını belirtik. Mahkeme kararına rağmen hala endişe içinde olduklarını ve kararın değişmesi durumda ne yapabileceklerine dair fikrimizi sordular. Davalarından asla vazgeçmemeleri gerektiğini, mahkemenin verdiği durdurma kararının halkta bir rahatlama yaratmaması gerektiğini ifade ettik. Tirebolu, Perşembe ve Ordu halkını örnek almalarını tavsiye ettik.

Yarı şaka yarı ciddi, bizim Vakfıkebir sahilleri için yapamadığımızı yani çoluk çocuk, yaşlı, genç demeden gerektiği durumda dozerlerin önüne yatmalarının etkili olabileceğinden bahsettik. Ne yapıp edip sahillerini kaybetmemeleri gerektiğine vurgu yaptık. Kanunların, uygulanması halinde, halktan yana olduğunu hatırlattık.

Sonuç olarak ‘Son Kumsal Yolda’ projemizin ilk ayağı umduğumuzdan daha fazla ses getirdi. İnebolu ve Abana’daki sansür uygulamaları bize ilerisi için köstek olmaktan öte cesaret vermektedir.

Projenin ilk iki aşamasının geride kaldığı şu anda tespitlerimiz şöyledir;

1. STK’ların olmadığı ya da etkisiz olduğu yerlerde yöneticiler halka kendi anlayışlarından farklı yaklaşımlar sunan çalışmalara kesinlikle taraftar değil. Bunu doğrudan ifade edemedikleri durumlarda halkın isteksizliğini veya ilgisizliğini öne sunuyorlar. Veyahut yöneticiler kendi aralarında anlaşıp paslaşarak engel çıkartıyor. Oysa insanlara seçenekler gösterdikten sonra karar vermelerini beklemek lazımdır. Politik partilerin yöresel yöneticilerinin merkezi idareye karşı duydukları korku bazen aşırı bir çekingenlik, bazen gereksiz bir yaranmaya çalışma, bazen da kraldan çok kralcı olmak şeklinde kendini dışa vuruyor.

2. Köylerde de önceden program yapmadan gösterimler yapmak istedik. Ancak muhtarlardan hep ‘kaymakamdan izin alın öyle gelin’ cevabını aldık. Yapılacak her etkinliğe hep bir şüpheyle yaklaşım var.

3. Seçilmiş ve atanmışların aldıkları kararlar veya bu kararların uygulanmaya konuş şeklinin işin doğrusu olduğuna dair halkta neredeyse körü körüne bir inanç oluşmuş. Hükümet bir hizmet getiriyorsa karşı çıkılmaz. Bu, devlete karşı çıkmakla eş anlamlıdır. Yapılan hizmetlerin (!) sorgulanması kesinlikle söz konusu değil.

4. Yöresel basın objektiflikten uzak yayın politikası izliyor. Ulusal basında ve televizyon kanallarında çok sayıda habere konu olan Son Kumsal filmi ve Son Kumsal Yolda’nın tüm kanunlara aykırı olarak İnebolu’da sansürlenmesi ve Abana’da gösterim izni verilmemesi haberi, Trabzon’un yerel gazete olarak oldukça yüksek tirajlı gazetelerinde neredeyse hiç yer almadı. Filme konu olan bölgenin Trabzon ve filmin yapımcısının Vakfıkebirli olması gerçeği bile etkili olmadı. Trabzon’daki gazetecilerin ulusal gazetelerdeki temel konular dışındaki haberlerden, özellikle de kültür sanat konularından bihaber oldukları izlenimini ediniyoruz. Sahil Otobanı, HES santralleri, etnik farklılıkların yarattığı zenginliği konu alan sanatsal etkinliklere bakış açısı aşırı milliyetçi ve neredeyse yabancı düşmanlığı çizgisinde. Karmaşık konularda hükümet üyelerinin ve yönetici konumundakilerin açıklamaları sanki tek çıkar yol gibi veriliyor.

5. Otoyolun henüz ortadan kaldırmadığı kumsallarda çekimler yaparken ‘ne uğraşıyorsun, sen mi kurtaracaksın bu memleketi? veya nasılsa yol dolgusunu durduramayacaksın!’ tarzı yorumlarla çok karşılaştık. Son Kumsal’ı Vakfıkebir’de Temel Reis’in kahvesinde kendi arkadaşlarına gösterirken aynı kişiler bu sefer ‘neden bizi daha önce uyarmadın da şimdi iş işten geçtikten sonra filmi gösteriyorsun?’ şeklinde bir serzenişte bulundular. Karşılığında ‘Peki siz ne yaptınız bu konuda?’ sorusuna verecek cevap bulamıyorlar oysa.

6. Sahilini kaybeden yerlerdeki halkta genelde duygusal eksiklikler olduğunu gözlemliyoruz. Örneğin, Temel Reis ve bizim için tarif edilemez derecede acı bir an olan takanın düştüğü sahnede çoğu insanın özellikle Temel’i tanıyanların çoğunun kahkahalarla güldüğünü üzüntüyle gördük.

7. Son Kumsal’ı Trabzon’un dağlarında yer alan yaylamızdaki evimize davet ettiğimiz kendi köylülerimize gösterdik. Çoğunun, filmin genelinde olan eleştirel bakış açısından ürktüğünü gördüm. Film sonunda yorumlarını sorup ses kaydı yaptığımın ertesi sabah bir bayan akrabamız korku dolu bir ifadeyle, yaptığım ses kaydından kendilerine bir kötülük gelmesinden korktuğunu ve mümkünse kendisinin sesini silmemi rica etti. Akrabam ve köylüm olup yan yana büyüdüğümüz bir kişinin kendi yaptığı ve hiçte önemli olmayan bir yorumdan korkması benim için çok üzüntü verici bir durumdur. Bu insanların içine sinmiş tanımsız bir korkunun sonucu olduğunu sanıyorum

Başka bir akrabam ise beni korumak adına ‘Bu filmi kasabada halka gösterirsen, buralarda yüzüne bakacak kimseyi bulamazsın artık.’ vahametinde bir tavsiyede bulundu!

Son Kumsal çekimlerinin geçtiği Vakfıkebir ve çevresinde bundan sonra yapacağımız gösterimlerde karşılaşacağımız yorum ve tepkileri ayrıca filmin insanlara etkisinin ne olacağını çok merak etmekteyiz.

İstanbul’a geri dönüş sırasında yeni gösterimlerin yanında İnebolu ve Abana halkına özellikle ulaşmayı dört gözle bekliyoruz. Bunun için o yörelerden desteğe ve bize katılacak yol arkadaşlarına ihtiyacımız var.

Aydın Kudu. 0532 244 7141 aydin@turkishmoon.com

Rüya Arzu Köksal. 0533 238 4251 ruyakoksal@yahoo.com

www.turkishmoon.com/sonkumsal

 
   
     
 
Copyright © 2008 Turkishmoon. All Rights Rezerved. Design by NOI